Kemeraltı Çarşısı

SEYAHATNAMELER

izmir-kemeraltı (62)
İBN BATUTA (XIV.yy):
“… İzmir deniz kıyısında büyük bir kent ise de halen çok yeri yıkıntıdır. Yüksek yerinde bir kalesi vardır. Orada Ahmediye tarikatinden Şeyh Yakub’un zaviyesine indik, kent dışında Şeyh İzzeddin İbn Ahmed Rufaî ile konuştuk. Onun yanında şeyhlerden Ahlatizâde ile baktığı yüz yoksul vardı. Kentin beyi bunlar için çadırlar diktirdiği gibi Şeyh Yakub da ziyafet verdi. Ziyafette bulunarak onlarla görüştüm.
Buranın beyi Ömer (Umur) Bey İbni Sultan Mehmed bin Aydın’dır ki kalesinde oturur. Vardığımızda babasının yanındaydı. Beş gün sonra döndüğünde kaldığımız zaviyeye gelerek, selam verip mazeretini söyledi. Bize güzel bir yemek verdi. Ayrıca bana Nakûle adında beş karış boyu olan bir Rum köle ile ipekten iki giysi armağan etti. Bu beye imamlık eden kişi, beyin cömertlik ve iyiliğinden armağan ettiği bu köleden başka kölesi kalmadığını söyledi. Şeyh lzzeddin’e de koşumları ile birlikte üç at ile orada maşraba denen ve gümüş para dolu büyük bir gümüş kap, ayrıca ince keçi tüyünden, bürümcükten ve ipekten giysiler, cariyeler ve köleler armağan etti.
Çok eliaçık ve iyiliksever olan bu bey din uğruna savaş için gemilerle Büyük Kostan-tiniyye (İstanbul) civarına gidip esir ve ganimetlerle dönerek bunların tümünü dağıttıktan sonra yine savaşa giderdi. Saldırılan Rumlar’ı bezdirdiğinden Papa’ya başvurdular. Papa Cenova ile Fransa Hıris-tiyanlan’na bu beyle savaşmalarını emretti. Hıristiyanlar da savaşa geldi. Papa ayrıca Roma’dan da donatılmış bir ordu gönderdi. Geceleyin pek çok gemi ile kente saldırdılar; limanı ve kenti ele geçirdiler. Ömer (Umur) Bey kaleden inerek savaşa katıldı; fakat şehit düştü. Hıristiyanlar kenti aldılarsa da kaleyi elde edemediler.”
EVLİYA ÇELEBİ (XVII.yy):
“… Büyük İskender’in çağdaşı olan Kıdafa adında Yunanlı bir kraliçenin yapısıdır. Sonraları Selçuklular’dan Alaaddin’in vezirlerinden Sığlaoğlu Ali Bey İzmir’i Kıdefa soyundan İzmirne isimli bir kraliçenin elinden alarak İslam ülkelerine katmıştır.
Osmanhlar’dan II.Murad 1426’da fethetti. Halen günden güne gelişmektedir. Deniz kıyısında olduğundan Kaptan Paşa kaleminde, Cezayir Eyaleti hükmünde Sığla Sancağı paşasının kaymakamı tarafınan 300 kişi ile korunur. 500 akçe mevleviyettir ama senede 200 kese gelir olur. İzmir mollaları Mısır’dan yüksek bir görevdir ama payede daha düşüktür. Urla, Sancakburnu, Karaburun, Cumaabad, Terindeabad acjlı kazaları olup tümü de çok bayındırdır. Bu şehrin şeyhülislamı, nakibi, müftüsü, kethüdası, yeniçeri serdarı, çavuşu, hünkâr bahçesinin bostancıbaşısı, 70 tane külahlı bostancısı ve gümrük emini vardır.Biri deniz kıyısındaki, diğeri dağdaki kalelerde olmak üzere iki kale dizdarı bulunur. Burada yedi kralın elçileri, tercümanları ve konsolosları vardır. Seçkin kişileri, bilginleri, hatipleri, şeyhleri pek çoktur. Tüm halkı tüccar olup varlıklı ve dindar kişileri ile pek çok seçkin ve kibarları vardır.”
KATİP ÇELEBİ (XVII.yy):
“…Akdeniz kıyısında büyük bir ticaret iskelesidir. İki kalesi vardır. Biri güneyde yüksek bir tepe üzerinde diğeri batı ve kuzey tarafında deniz kıyısındadır. İkisi de iyi korunur. Eski bir kenttir. Eski kalesi çok evleri kuşatır. İçinde üç cami, hamamlar, çarşılar ve bostanlar vardır. Limonu, inciri ve üzüm kurusunu çevreye götürürler. Zeytini boldur. Bu kenti 1402’de Timur Tire’de kışladığı sırada almıştır. O zaman Frenk elinde idi. Sonra 1426’da II. Murad Hafîd Bey elinden almıştır. İzmir alçak bir dağın kuzey eteklerinde deniz kıyısında kurulmuştur. Batısı ve kuzeyi deniz, doğusu sahra ve dere depe bağlardır. Tüm mahalleleri 20 kadardır. On cami, dokuz hamam vardır. Çarşıları genellikle deniz tarafına düşer. Yarım mahalle kadar dükkânları vardır. Buranın suyu çeşmeler ve kuyulardandır. Ayrıca küçük bir ırmak da dağ eteğinden kentin doğu tarafını dolaşarak denize yaklaşınca kentin içine uğrayıp denize dökülür. Binası ahşaptan, kiremit örtülü tüm evleri batı ve kuzeye yönelik olup dağa arka vermiştir. Ulu Camisi Niflizâde Camisi’dir. Deniz tarafında limana yakın üstü kagir , kubbesi kurşun kaplı ve bir minarelidir. Diğeri de Yakup Bey Camisi’ dir. Deniz kenarına düşer, kubbesi kurşun örtülüdür. Yine kıyıda Hacı Hüseyin Camisi vardır, 60 kadar hanı vardır. Biri aşağı liman ağzında üçgen biçimindedir. Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Bir büyük ve bir küçük kapısı vardır. Bir tarafı evlerdir, batı ve kuzey tarafı deniz, güneyi meydandır. Bir kalesi de dağın tepesinde küçük bir kaledir. Dikdörtgen biçimindedir, bir camisi vardır. Aşağı kalede bir de mescit vardır. Bu kalelerin suları dışarıdan gelir. Yıkık bir kalesi içinde 40 direkli büyük bir sarnıç vardır, üstü düz meydandadır. Halkı tüm milletler ve dinlerden karışıktır. Müslüman daha çoktur. Dört balyoz oturur, bilginleri çoktur. Yukarı kalenin kapısı önünde gezinti yapılır. Bağların,bahçelerin içinde mağara ve eski eserler vardır.”
TAVERNİER (1650):
“… Kalenin altında ve kalenin bulunduğu tepeden inerken yarım daire planda büyük ve denize karşı bir anfı-tiyatro kalıntısı vardır. İngiliz tacirler bu kalıntılar arasında buldukları küçük heykelleri memleketlerine devamlı olarak taşırlar. Şehirde 60.000Türk, 15.000 Rum, 8.000 Ermeni 6-7 bin Yahudi bulunmaktadır. Şehirde yaşayan azınlıklar ve yabancılar tam anlamı ile dini özgürlüğe sahiptirler. İzmir’de Türkler’in 15 camisi, Yahudiler’in 7 sinagogu, Ermeniler’in 2kilisesi, Rum-lar’ın St. Venerande ve St. George adlarını taşıyan kilisesi, Katolikler’in 3 manastırı vardır. Manastırlardan biri Cizvitler’e (Je-suiter) diğeri Copucinler’e aittir. Bu iki manastırın giderleri Fransız kralı tarafından karşılanırdı. Üçüncü manastır İtalyan Obseruntinler’indir. Fakat buradaki rahiplerin mali durumu iyi olmayıp pek sefil yaşarlardı-.
Çok hareketli olan limanına yabancı gemiler girerken ve çıkarken selamlamak zorunluluğunda idi.”
CHEVALİERD’ARVtEUX(1654):
“… İzmir’de en güzel yer Fransızlar’ın sokağı idi. Kıyı boyunca uzanan bu sokağın bir yanı deniz tarafında olup, buradaki evler denize kadar ulaşırdı. Caddenin iki yanında büyük evler, konsolosluklar ve işyerleri vardı. Deniz tarafındaki binaların arka cepheleri rıhtıma açılırdı. Rıhtım tarafında yüklerini boşaltan ve mal yükleyen gemilerin yükü hazır bulunurdu. Aynı sokakta gemicilerin öğle yemeklerini yedikleri Rumlar’ın işlettiği lokantalar ile bir Rum kilisesi de vardı. Kıyıdaki bu binaların arkasında camiler ve hanlar uzanıyordu. Buralarda tek katlı kerpiçten yapılı evler vardı. Her evin bahçesinde kazılmış bir lağım çukuru olup, yağmurlu mevsimde bunlar su ile doluyor ve sinekler için beslenecek bir ortam olduğundan sonbaharda öldürücü ateşli hastalıklardan ölenler oluyordu.
20 Mayıs 1654 günü depremi bir ay sürdü. Bu süre içinde Fransızlar kıyıdaki gemilerde ve böyle zamanlar için bahçelerde inşa etmiş oldukları ahşap evlerde kaldılar. Türkler ile Yahudiler evlerinden çıkmadılar.”
THEVENOT (1658):
“… lonya’nın en önemli kentlerinden Smyrna, Efes ve Sard kentlerine eşit uzaklıkta bulunur. Şehri Theseus veya Tontalus’un kurduğu rivayet edilir. Körfezde Fransızlar’ın sokağında deniz tarafındaki binaların arka cepheleri boyunca uzanan rıhtıma yabancı gemiler yanaşır, tngiliz ve Fransız konsoloslarının evlerinden sonra şehrin merkezine doğru Gümrük binası vardır. İzmir’e gelen ticari malların vergilerinin ödendiği bu gümrük çok büyüktür. Limanda yabancı gemilerin yanaştığı rıhtımdan başka Türk kadırgaları ve sandalları için bir iskele vardır. Buraya “Kadırga Limanı” denilebilir. Burası küçük körfezin bir kısmıdır. Yanında da eski bir kale vardır.
Kervanlar İzmir’e şubat, haziran ve ekim aylarında varırlar ve aynı aylarda şehirden ayrılırlar. Doğudan kervanlarla bu mallan sevk eden tacirlerin çoğu Ermeni’dir. Mallarını daha çok Fransızlar’a satarlardı. Çünkü Fransızlar aldıkları mal için nakit para öderlerdi. İngilizler ve Hollandalılar ise aldıkları malın karşılığının yarısını kumaş olarak ödemekte idiler.
Şehrin çevresi bağlar, zeytinlikler ve çeşitli bitkilerle doludur. Bu devirde İzmir’in şarabı çok ünlü olup, Akdeniz’deki en iyi şaraplar arasında idi. Fransızlar buradaki üzümlerden şaraplarını yaparlardı.”
DE BRUYN (1678):
“…Kaleye girişte avlunun sağında şehrin kurucusu Smyrna denilen Amazon’a ait olduğu bilinen heykelin kalıntısı vardır. Bu kalıntı bir ayak yüksekliğinde bir kadın başı ve boynu figürüdür. Şehre girişte bir kervansaray vardır. Her çeşit malların satıldığı dükkânların olduğu bedesten şehrin en önemli yapılarından biridir. Şehirdeki Ticari malların depo edildiği Vezirhanı Vezir Kara Mustafa Paşa tarafından 1677-78 yılında yaptırılmıştır. Binanın bölümleri içinde mallar korunurdu. Her bölümün ayrı kapısı olup, pencereleri demir kepenklidir. 1680’de İzmir’in nüfusu 80.000’dir. Yabancıların evleri konsoloslukların olduğu kıyı boyunca uzanan sokağa Fransızlar’ın sokağı denilir. Şehrin en iyi sokağı burasıdır. Yabancılar arasında çoğunluğu oluşturan Fransızlar, kalabalık olmalarına rağmen büyük ticarete sahip değildir. Fakat aralarında çok sayıda sanatkâr ve zanaatkarlar vardır. Venedikler’in sayısı ise çok azdır. Venedikler’in bir Rum konsolosu vardır ve Türk tarzında giyinir.
Şehrin her.yanında dünyanın en güzel bahçeleri vardır. Şehre çok yakın yerde devam eden uzun bir ova gördüm. Mısırlar, üzümler ve sebzeler bolluğu içinde sayısız insan çalışıyordu.
Smyrna bütün Levant için birinci derecede bir ticaret şehridir. Ticaret gemileri limana yanaşınca mallarını sandallar ve kayıklarla sahile boşaltırlar ve aynı tarzda gemilere mallar yüklenir. Limanın çok uygun bir girişi vardır. Körfez daima gemilerle doludur. Bu gelen gemilerle Avrupa’da ne olup bittiği hakkında daima yeni haberler gelir.”
CARERİ (1693):
“… Ege Denizi kıyısında kendi adını taşıyan körfezde kısmen ovada,kısmen tepe üzerinde kurulan İzmir 50° meridyen ile 38° 45’enlemindedir. İskân alanlarını kapsayan çevresi 4 mildir (6.760 m). İzmir (Smyrna) 10 3203 yılında Anadolu’ya gelen ve bu şehri alan Amazonlar tarafından kurulmuştur. Şehir bu Amazon-lar’dan birinin adını (Smyrna) taşır. Bundan dolayı tarihte Smyrna diye bilindiği gibi Lomira, Lamires veya Sarehinia isimleri ile de anılır.
Meyveleri fevkalade iyi ve lezzetli olup boldur. Özellikle nar çok bol olup Napoli’de-kilerden üstündür ve çuvallar dolusu İstanbul’a satılmak üzere sevk edilir. Ayrıca mahmudeotu, afyon ve mazı bulunur. Smyrna çok sık olan depremler ile birlikte her yıl veya iki yılda bir veba gibi salgın hastalıklar büyük kayıplara neden olur. Ayrıca yaz aylarındaki sıcaklığın çok artması ve şehir içindeki kötü hava, ateşli öldürücü hastalıklara yol açıyordu.”
TEXIER(XIX.yy):
“… Bugünkü İzmir Avrupa’dan gelen yolcuların uğradıkları ilk kent olduğundan buraya ilk kez gelenlere büyük olduğu kadar garip, çok hareketli ve kalabalık bir kent gibi gözükür. Fakat sonradan burada dikkate değer hiçbir hoşluk olmadığına hayret edilir. Her şeyden önce doğuluların yeni tarz mimarideki bayağılığı göze çarpar. İçerdeki küçük kentlerin hemen tümünde buradan daha önemli eser ve binalar vardır.Diğer taraftan çarşılar gezilmeye değer yerlerdir. Deniz boyunca uzanan Frenk Mahallesi İzmir’deki tüm Avrupalılar’ı kapsar. Türkler dağın kaidesini kaplayan mahallelerde otururlar. Rumlar kentin doğu-sundadırlar. Kaynağını Diana hamamlarından alan ve Boyacı Deresi adı verilen küçük bir su Frenk Mahallesi ile konsolosları ayırır. Evler deniz gördüğünden manzaralıdır. Bunlar yangınlarla sık sık yenilenen ahşap binalardır. İzmirliler bu tarzı depremlerin etkisiyle tercih etmişler, fakat bir felaketten ku/tulmak için diğerine atılmışlardır. İzmir’in nüfusu bir asırdan beri çok artmıştır. Bugün 150.000’i geçer. Bunun yarısı Türk, 40.000’i Rum, 15.000’i Yahudi ve 10.000’i Ermeni’dir. Avrupahlar’ın sayısı sabit olmayıp sürekli artmaktadır. Sağlam bir yönetim ile yabancılara yer edinmek yetkisinin verilmesi İzmir’in nüfusunu 300.000’e çıkarır.
1702’de tzmirlüer’e büyük zararlar veren altı deprem olmuştur. Yangınların sayısı ise bundan çok fazladır. Bu tür olayların görülmediği yıl yoktur. Bunlardan 1834 yangını Türk mahallelerinin büyük bölümünü, çarşıları mahvetmişti. Her ne kadar Frenk Mahallesi yanmamışsa da bu yangında kentin büyük bir bölümü yok olmuştur.
Burada ancak yüklü bir devenin geçebileceği kadar dar sokaklardan, şahnişin dedikleri bir tür balkon yahut dışarı çıkmış üst kat pencerelerinden ve biribirine dokunacak kadar yakın saçaklardan dolayı çok az güneş görülür. Hükümet bina işlerine hiç karışmadığından bu iş kalfa adı verilen, görerek yetişmiş, Rum veya Ermeni bir tür mimarların keyfine bağlıdır. Biz vardığımızda tamamlamaya çalıştıkları çarşı o kadar ince tahtalarla yapılıyordu ki yanmak için bir kıvılcım yeterlidir.”

Exit mobile version