İzmir’in hanları

İzmir’in hanları

Geçmişten günümüze İzmir’in sosyal, kültürel ve ticaret hayatına yön veren, şehrin gelişimine ivme kazandıran hanların sadece bir kısmı günümüze kadar ulaşabildi.

1426 yılında Osmanlı egemenliğine giren İzmir’in, Doğu Akdeniz’de hatırı sayılır önemde bir yerleşim ve ticaret hayatında söz sahibi olabilmesi ancak 17’nci yüzyılın başlarında gerçekleşmişti. Bu süreçte hiç şüphesiz yaşanan siyasi ve ekonomik gelişim önemli rol oynamıştı. 17’nci yüzyıla kadar ise bu rolü Ege kıyılarında Edremit, Ayvalık, Ayazmend (Altınova), Foça, Urla, Çeşme ve Kuşadası gibi limanlar üstlenmişti. İzmir’de 1620’li yıllarda kurulmaya başlayan ticaret konsoloslukları ve bu konsolosluklar sayesinde Avrupalı tüccarlarla ivme kazanan ticaret yoğunluğu, bir taraftan Levanten toplumunun burada yerleşimini tetiklemiş, diğer taraftan da bu toplumun İzmir’e kazandırmaya başladığı yeni bir Avrupai yaşam tarzı ile şehrin gelişimine önemli katkılar yapmıştı. Bu gelişime bağlı ivme kazanan yoğun ticaret ise, ithalat ve ihracata bağlı olarak han sayısında da hatırı sayılır bir artışa yol açmıştı.
İnşa edilen bu hanlar işlevleri açısından mal ve eşyanın depolanması ve alım/satımı şeklinde ticaret hayatına yön verme yanında daha başka işlevler de yüklenmişti. Şehre gelen tüccarları barınmasını da sağlayan bu hanlar, özellikle yabancılar ve şehir dışından gelenler için kendilerini ve mallarını güven içinde hissetmelerini sağlamaktaydı. Hatta yabancıların kendi vatandaşlarıyla ya da hemşerileriyle birlikte kalmayı tercih etmeleri, bu hanların isimlerine de (Arap Hanı, Acem Hanı gibi) yansımıştır. İmparatorluğun malların alım ve satımından doğan vergi toplama işi de kaçakları önlemek açısından hanlarda daha başarılı gerçekleşmekteydi. Basit bir tanımla, bir avlu çevresinde yer alan mekanlarla kuşatılmış tek ya da çok katlı bu yapılar bir kamusal alan olma nitelikleriyle de bilgi/kültür paylaşımının gerçekleştiği bir alan ve istihbarat toplanan bir yer konumundaydı. Hana gelen kişilerin han defterine kaydedilmesi ise hem asayişin sağlanması hem de yabancıların gözaltında tutulmaları açısından önemli bir işlevi yerine getiriyordu.
Yazı: Prof. Dr. Bozkurt Ersoy / Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü
Şehir hayatına yön veren yapılar
Hanlar bütün bu işlevleri ile İzmir şehrinin hem sosyal hem de kültürel ve ticaret hayatına yön veren yapıların başında gelmekteydi ve şehrin gelişimine ivme kazandırmaktaydı.
Bu gelişimi 1702 yılında J. P. Tournefort “İzmir doğuda görülebilecek limanların en güzeli; dünyanın en büyük donanmasını alacak büyüklükte bir körfezin sahilinde kurulmuş. Şehrin sokakları düzgün ve kaldırımlı; evleri daha iyi inşa edilmiş; kısacası kara şehirlerinin hepsinden daha güzel. Frenk Caddesi İzmir’in en güzel yeri. Dünyanın en zengin mağazalarının burada olduğunu söyleyebilirim. Zaten limanın mükemmelliği burasını bir ticaret merkezi haline getiriyor” şeklinde tanımlamıştı. Bir batılı tarafından çizilen bu tablo içindeki İzmir’de, çoğu zaman dar sokakların özellikle 50, 60, 100 develik kervanların geldiği belli dönemlerde geçit olanağı vermeyecek şekilde tıkandığını da başka bir seyyahtan öğreniyoruz.
Bu hızlı gelişimden dolayı İzmir’in topografyasında da giderek çok önemli bir değişiklik olmuştu Bilindiği gibi İzmir Körfezi içinde bir de iç liman bulunmaktaydı. 18’inci yüzyılın ikinci yarısına kadar varlığını devam ettiren ve bir kale tarafından giriş ve çıkışları kontrol altında tutulan bu iç limanın 16’ncı yüzyıl başlarında Piri Reis’e göre 1 millik kıyı şeridi vardı. Sadece küçük gemilerin girebildiği limanın bu dönemde oldukça küçülmüş olduğu anlaşılıyor. Bu iç limanın daha sonra 18’inci yüzyılda daralan sahası 1765 yılında Richard Chandler’e göre “şehrin ortasında, yağmurlu havalarda dolan büyük bir havuz” şeklini almıştı. Günümüze kadar dolan ve tamamen ortadan kalkan ve şimdi Kemeraltı bölgesi olarak adlandırılan bu iç liman alanında 18’inci yüzyılın son çeyreğinden itibaren gerçekleşen imar faaliyetleri arasında önemli sayıda han yapısı da bulunmaktadır.
103 hanın 17’si günümüze ulaşabildi
Han sayılarının tespit edildiği kitap ya da makaleler ise kronolojik olarak şu şekilde özetlenebilir. Sayısal olarak ilk bilgiye Katip Çelebi’nin 1648 yılında yazmaya başladığı Cihannüma adlı kitabında rastlanmaktadır. Katip Çelebi bu kitabında İzmir’de 60 han olduğunu kaydetmektedir. 1671 yılında Evliya Çelebi 82, 1890-1891 yıllarına ait Aydın Vilayeti Salnamesi’nde 143, 1894 yılında Vital Cuinet 50, 1927 yılında Raif Nezih Bey 147, 1961 yılında K. Phalbos 96, 1971 yılında Münir Aktepe 76, 1982 yılında ise W.

Müler-Wiener 180 hanın varlığından bahsetmektedir. İzmir planlarına bakıldığında ise 18’inci yüzyıl sonuna ait planda 15, 1836-37 tarihli planda 11, 1850 tarihli planda 13, 1905 tarihli İzmir şehri sigorta planlarında ise 103 han tespit edilebilmektedir.
Bütün bu verilerin değerlendirilmesi sonunda İzmir’de 103 han inşa edildiği saptanabilmektedir. Tamamı günümüze gelemeyen bu hanlardan 87 adedinin yeri tespit edilmiş; yerinde yapılan incelemeler sonucu ise günümüze 17 hanın tamamen ya da kısmen gelebildiği anlaşılmıştır. Günümüze gelen bu hanlar ve 1905 yılına ait sigorta planlarının ayrıntılı olarak incelenmesi ile plan açısından yapıları ‘avlulu hanlar’ (Sulu Han, Yeni Han, Selvili Han, Fazlıoğlu Hanı, Kızlarağası Hanı, Küçük Demir Hanı, Büyük Karaosmanoğlu Hanı, Manisalıoğlu Hanı, Abacıoğlu Hanı, Mirkelamoğlu Hanı, Arap Hanı) ve geçit kuruluşlu hanlar olarak da adlandırılan “arasta benzeri plana sahip hanlar’ (Çakaloğlu Hanı, Abdurrahman Hanı, Cambaz Hanı, Esir Hanı, Musevit Hanı) olmak üzere iki grup altında toplayabiliriz. Burada yapıların ayrıntılı olarak tanıtılmasından çok üstünde durulması gereken daha önemli bir konu, İzmir’de inşa edildiği tespit edilen 103 handan günümüze neden 17 hanın gelebildiği sorusunun cevaplanmasıdır. Şehirde günümüze kadar yaklaşık 103 hanın yüzde doksanına yakının yok olmasının birinci önemli nedeni şehrin çeşitli dönemlerde karşı karşıya kaldığı doğal felaketlerdir.
Şehir 1654 yılından 1845 yılına kadar 13 deprem; 1763 yılından 1922 yılı dahil olmak üzere 8 büyük yangın geçirmiştir. İkinci önemli neden ise şehrin imar planı hazırlanırken herhangi bir kültür varlığının gözetilmemesi, önemsenmemesi ya da gösterilen vurdum duymazlıktan kaynaklanmıştır. Örneğin 1914 yılında açılmaya başlanan ve 1935 yılında açılması tamamlanan Fevzi Paşa Bulvarı yaklaşık 8 hanın tamamen ya da kısmen ortadan kalkmasına neden olmuştur. Bu durum 1905 yılı sigorta planlarına bakılarak kolayca anlaşılabilir.
Miras değil emanet
Günümüzde ticari yoğunluk açısından en önemli merkez durumunu hala koruyan ve hanların çoğunun yer aldığı ‘Kemeraltı’ bölgesinde oluşan rant ve buna bağlı mekan kapasitesinin yetersiz kalması kimi hanların yerlerini modern çarşılara ya da iş hanlarına bıraktıkları bilinen bir gerçektir. Bu ‘vurdum duymazlığın’ son iki örneği Salepçioğlu Hanı ve Girit Hanı’dır.
Her ne kadar son yıllarda bazı hanların restorasyon çalışmaları hızla gerçekleştirilmeye çalışılıyorsa da, yitirilen yapıların birer taşınmaz kültür varlığı olduğu, bir anı değeri taşıdığı, hatta bu yapıların bize kalan bir miras değil bir emanet olduğu, bu emaneti sonraki nesillere aktarmamız gerektiği unutulmamalı ve bu yolda çaba sarf etme gerekliliğidir.

Rate this post

Yorum gönder