Hanlardan otellere

Hanlardan otellere

Bir ticaret merkezinde iş kapasitesini ve ticari performansı anlamanın ölçütlerinden biri de konaklama tesislerinin durumudur demek yanlış olmaz. İzmir’de çarşıların gelişim sürecini, ticari eğilimleri ve etkinlikleri anlamak için bir zamanların hanlarına, sonra otellere, şimdi de bol yıldızlı konaklama tesislerine bakmak gerekir. Ülkenin tarihiyle birlikte bir şehrin potansiyelleri ve bir çarşının kaderi buradan okunabilir.
İzmir’de bugün de çarşı içinde birkaç tanesi aktif olarak kullanılan hanların yaygın biçimde kuruluşu, 17. yüzyılın ikinci yarısına rastlıyor. 1566 yılında Sakız Adası’nın, 1571’de Kıbrıs Adası’nın fethi deniz ticaretinde Osmanlı’nın etkinliğini artırdığı için daha önce küçücük bir kasaba görünümünde olan ve oldukça elverişli bir limana sahip bulunan İzmir, zenginleşmeye başlamış. 1680 tarihinde Halep’in alınmasının ardından ticaret yolları önemli oranda değişmiş ve kervan ticareti İzmir Limanı’na uzanmış. Artan ticaretle birlikte gerek kervanların mallarını indirecekleri, tasnif edebilecekleri, depolayacakları tesislere gerekse de gelen tüccarların rahatça ve güvenlik içinde alışveriş yapacakları mekânlara ihtiyaç duyulmuş. İşte bu nedenle 17. yüzyıldan başlayarak İzmir’de iki yüz yıl boyunca çok sayıda han yapılmış. Bugün Kemeraltı’nda birkaç örneği kalmış hanlar ticaretin o hareketli günlerinden kalmış.
Agora’dan çıkıp Mezarlıkbaşı’ndan geçtikten sonra önümü kesen geniş Gaziosmanpaşa Bulvarı’nda araçlar sabahın erken saatlerinden beri amansızca akmaya devam ediyordu. Yolun karşısında her biri Kemeraltı’nın derinliklerine giren yelpaze gibi açılmış bir dolu sokak vardı. Herhangi birinden bu çarşıya adım atınca, sanki insan bedenlerinden dalgalarla köpüren bir denize dalmış gibi olunuyordu. Yine de birbirine sürtünüp çarpışmadan herkes yoluna gitmeyi, istediği dükkâna girip çıkmayı ve beğendiği vitrini seyretmeyi başarıyordu. Ya dar sokaklar böyle gösteriyordu ya da İzmir’in yarısı çarşıya inmiş alışveriş ediyor, piyasa yapıyor, can sıkıntısı gidermeye çalışıyor, vakit öldürüyor ve kim bilir şimdi aklıma gelmeyen hangi maksatla çarşı içinde dolaşıyordu.
Hiç kuşkusuz Kemeraltı, satılan malların çeşitliliği kadar esnafın çeşitliliği ve sabahtan akşama kadar sokakları dolduran ahalinin farklılıklarıyla da bir portreler galerisiydi. Bu çarşıda geçirilecek birkaç gün içinde, şehrin sosyal tipolojisi, ekonomik panoraması ve insan manzaraları hakkında fikir sahibi olmak mümkündü.
Kemeraltı’nda elbisecilerin sokağında yürüyordum. İstikametimi aşağı yukarı kestirebiliyordum ama nereden ne zaman geçerek nereye varacağım pek belli değildi. Dükkânlar alçak tentelerini çekmiş, güneşten korunuyordu. Bazı sokakların üstü eğreti sac levhalarla kapatılmıştı. Derme çatma saçakların bazısı yola doğru uzatılarak gölgelik yapılmış, dükkânın önüne asılan elbiseler hava şartlarından korunmuştu. Bu karmaşanın içinde gökyüzünü görmek mümkün olmadığı gibi çarşı vitrinlerinin erken yanmış ışıkları da hep akşamüstü hissi veriyordu. Batı istikametini kaçırmamaya çalışarak döne dolaşa denize doğru iniyordum.
Çarşı kalabalığı, bayram öncesi telaşına kapılmıştı. Bütçede gedik açmadan ihtiyaç giderebilme kaygısıyla alışveriş ediliyordu. Şehrin oldukça dar gelirli kesiminin rağbet ettiği Kemeraltı’na daha varlıklı kesimler sadece bu çarşıda bulunabilen bazı çeşitleri almak için çıkıyorlardı. Saatlerdir dolaşmaktan yorulmuş ve kalabalıktan ürkmüş çocuklarını çekiştirerek aradıklarını bulamamanın hırsını çıkaran genç anneler, yanlarında bezgin gezinen erkeklerle aldırış etmeden alışverişe devam ediyorlardı. Kalabalık ailelerin ufak oğlan çocukları hiç anlamadıkları gibi pek de ilgilenmedikleri bir olayın içindeydiler. Arada bir karşılarına çıkan ve ucuz oyuncak satan dükkânlardaki plastik tabancaların başına dikilip “İsterim!” diye tutturuyorlardı, hepsi bu. Esnafın müşteri toplama iradesinde hiç bir eksilme görülmüyor, şevkle haykırarak mallarını övüyorlardı.
Kemeraltı içindeki bu yürüyüş sırasında kâh bir mahalle pazarına girmiş kâh İşportacılar Çarşısı’na dalmış kâhsa tarihi bir mekânda görmüş geçirmiş esnafla karşılaşmıştım. Çığırtkanların rahatsızlık verici naralarına maruz kalmış ve kime çarpacağı belli olmayan hanutçuların yarı tehditkâr davetlerinden ürkmüş vaziyette geziyordum. Çok geçmeden kayboldum. Mevsim sonbahardı, ayvalar henüz çıkmamış ama narlar bütün bereketiyle tezgâhlara saçılmıştı. Ege’nin nadide sebze meyveleriyle birlikte, iri taneli küçük çekirdekli narlardan da maharetle sıkıp plastik bardaklarda sunan tezgâhlardan birine yanaştım.
Çarşıya gireli iki çeyrek geçmişti ama daha yüz metre yol gelmiş miydim emin değilim. Gerçi bu çarşılarda mesafe denilen şey tamamen anlamsız kalır. Tıpkı gidilecek istikamet gibi, geçilen mesafenin de pek önemi yoktur. Bütün eski çarşılarda gezinirken yön de mesafe de, insanın gönlüne göre yeniden inşa edilen birer tasavvur haline gelir. Bir bardak mayhoş narı içtikten sonra rengiyle beni cezbeden sokaklardan birine girdim. Burası eski zamanlardan beri aynı işlevi sürdüren Balık Pazarı’ydı.
Buradan itibaren yönümü toparlamam mümkün olacaktı. Aklıma Kızlarağası Hanı’nı koyup, çıplak ampullerin ışığında esnafın konserve kutusuna doldurarak serptiği sularla tezgâhlarda ışıl ışıl yanan balıkları geçip Yemişçiler Çarşısı’na yöneldim. Kemeraltı’nda, adları hâlâ yaşayan ancak adlarının temsil ettiği iş kollarıyla uzaktan yakından ilgisi kalmamış çarşılar ve bedestenler vardı. Belirli iş kollarına göre ayrılmış geleneksel düzenin sürdüğü dönemde adını almış olanlardan Demirciler Çarşısı, Sandıkçılar Çarşısı, Keresteciler Çarşısı, Gözlemeciler Çarşısı, Çandırlar Çarşısı, Bakır Bedesteni, Fazıl Ahmed Paşa Bedesteni, Yol Bedesteni, Samancı Çarşısı, Odun Pazarı ve Mısır Çarşısı bunlar arasında en bilinenleriydi. Günümüzde bu çarşıların hepsinde farklı iş kollarında çalışan dükkânlar, yan yana dizilmişti. Çarşıların adları ise sadece adres belirlemekte işe yarıyordu. İzmir’in namlı hanları gibi hareketli çarşıları da yeni zamanın koşullarına uyum sağlarken kimliklerini tümüyle terk etmişlerdi.
Kemeraltı konusunda çalışmaları olan ve çeşitli makaleler yayımlayan Sibel Ecemiş Kılıç ile Muhammed Aydoğan, Kemeraltı’nın bugünkü durumunu açıklarken küçük el üretiminden sanayileşme sürecine geçişte yaşanan kentsel değişimlerden söz ediyor ve “Birçok sanayileşmiş ülkede de benzerleri yaşanan merkezin sanayisizleşmesi ve daha sonra metropolün merkezliğini kaybetmesi süreci Kemeraltı’nı İzmir’in ticari yükünü taşıyan bir ekonomik merkez olmaktan çıkarmış, çok fonksiyonlu bir perakende ticaret alanına dönüştürmüştür. Barındırdığı perakende ticaret ise küçük mekânlara yerleşmiş ve parçalı mülkiyet dokusu üzerinde yer almıştır. İhtisaslaşma zaman içinde kaybolmuş ve farklı kullanımlar yan yana bulunmaya başlamıştır. Bina ve arsa değerleri arasındaki çelişki, bir yandan tarihi yapıların yıkılarak çok katlı olarak yenilenmeleri sürecini tetiklerken, diğer yandan da mülk sahipliliği konusundaki problemler ve benzeri nedenlerle bu dönüşümü yaşayamayan yapıların çoğu atıl durumda kalmıştır. Diğer yandan özellikle kent çeperlerinde ortaya çıkan büyük marketler, plazalar ve ticaret merkezleri, kent merkezindeki perakende ticaretin niteliğinde ve kullanım biçiminde farklılaşmalara yol açmıştır. Böylece Kemeraltı fiziki, çevresel, işlevsel ve ekonomik anlamda eskime sürecine girmiş ve içerisinde birçok önemli sorunu barındırır hâle gelmiştir.”

Rate this post

Yorum gönder