Çarşıların yaşam biçimi ve alışveriş adabı
Taş merdivenlerden inerek Kemeraltı’nın fırtınalı bir denizdeki dip akıntısı gibi güçlü bir yönelmeyle bir o tarafa bir bu tarafa akan kalabalığına karıştım. Hindistan’da Koklata, Bangladeş’te Dakka, Pakistan’da Peşaver gibi muazzam kalabalıkların yaşadığı kentlerin muhteşem çarşılarında benzer şekilde sürüklenmek, zaman zaman akıntı dışına çıkarak alışveriş yapmak, tenha köşelerde çay içmek ya da uzun bir pazarlığa tutuşmak, alışverişin ayrılmaz parçasıdır. Sonra yine akıntıya kapılarak bir başka limana, bir başka vitrine ya da dükkân kapısına sürüklenir insan. Bu akış içinde aradığını bulabilmek büyük maharet gerektirir ki İzmirliler tıpkı bayram öncesi Mahmutpaşa Çarşısı’na girmiş İstanbullular gibi neyi nasıl yapacaklarını, nerede nasıl davranacaklarını bilirler.
İşportacıların katkısıyla semt pazarı görünümü kazanan Kemeraltı Çarşısı’ndan alışveriş edenler, keselerine uygun ürünler arasında en kalitelisini seçme kabiliyetine sahip oldukları için, durumdan herhangi bir rahatsızlık hissetmezler. Anadolu’dan yeni gelmiş, çarşı kalabalığına ilk kez girerek derinden etkilenmiş olanlar dışında herkes çarşının dilini kolayca çözer, kendi yolunu bulur ve kendi konforunu yaratır.
Doğu kültürünün eski çarşıları aynı zamanda bir yaşam biçiminin ve alışveriş adabının da mekânlarıdır. Yorucudur yorucu olmasına ve zaman alıcıdır ancak esnafla müşteri ilişkisinden esnafın birbiriyle ve müşterilerin kendi arasındaki ilişkilerine kadar sıcak ortamların yaratıldığı ve doğrudan insan ilişkilerinin öne çıktığı bir atmosfere de sahiptir.
İzmir Ticaret Odası Kent Danışmanlığı Ofisi’nde çalışan Arkeolog Ümit Çiçek, yeni kentlerin dikey mimari yapılanmayla birlikte yeni ilişkiler ürettiğini söylüyor. Şehrin genellikle merkezine yatay biçimde kurulmuş ve sınırları diğer kent parçalarıyla geçirgenlik içinde olan geleneksel çarşılar daha insani ilişkiler üretiyor.
Ümit Çiçek, “hiçbir zaman yeterli zamana sahip olamayan” modern kent insanlarının hayati ihtiyaçlarını yeni tip alışveriş merkezlerinde karşılarken zorunlu bir dizi davranış içinde olduğunu söylüyor. Gerek sosyal gerekse de kültürel ihtiyaçlara cevap veren yeni merkezler, aynı zamanda eğlence ve sosyalleşme mekânları olarak organize ediliyor. Ağır çalışma koşullarına maruz kalan günümüz insanının bu tür ihtiyaçlar için ayrıca zaman ayırması gerekmiyor, alışveriş arasında onlar da zahmetsizce gideriliyor. Ancak insanlar arası ilişki biçimi tıpkı mimari yapılar gibi dikey formda kuruluyor.
Kemeraltı Çarşısı, son yıllarda İzmirlilerin kültürel ve sanatsal ihtiyaçlarına da cevap verebilecek mütevazı adımlar atmış ancak oldukça mevzisel kalan bu çalışmaların çoğalması ve çarşı içinde çok sayıda kültürel etkinlik yapılması planlanıyor. Yerel yönetimler, İzmir’in sanat kuruluşları, esnaf ve tüccar kuruluşları bu konuda projeler hazırlarken kişisel çalışmalar da yapılıyor. Son yıllarda onarılarak kullanıma açılan Abacıoğlu Hanı’nda Henri Benazus’un açtığı fotoğraf sergisi, Atatürk portrelerini konu alıyor. 18. yüzyılda Hacı Mustafa Ağa tarafından yaptırılan iki katlı hanın geniş avlusu gayet nitelikli restoranlar ve kafelerle hizmet veriyor. Girişin tam karşısındaki büyük salonsa sergiler için düzenlenmiş.
Kemeraltı’nın Balcılar İçi bölgesinde, Küçük Karaosmanoğlu Han’ın bitişiğindeki Arap Hanı da 19. yüzyılın ikinci yarısına tarihleniyor. Oldukça yeni bir yapı olmasına rağmen son derece harap görünüyor. Handa bugün ayakkabıcılar, terziler, dericiler, tuhafiyeciler ve manifaturacılar çalışıyor. Ayrıca manifaturacıların meslek kuruluşu da hanın içinde hizmet veriyor. Avlusunun ortasında bir de küçük mescidi olan Arap Hanı, içindeki ticari hareketliliğe, müşteri potansiyeline ve esnafın iş kapasitesine göre son derece bakımsız ve kaderine terk edilmiş durumda.
Arap Hanı’ndan çıktıktan sonra kalabalık içinde yüzümü imbat rüzgârının geldiği istikamete çevirerek yürümeye başladım. Meserret Oteli, köşedeki tarihi karakolun karşısındaydı. Bir zamanlar Kemeraltı’ndaki otellerin en gözdesi olan otel, artık pasaj olarak çalışıyordu. Kare şeklindeki küçük avlusunda ise bir çayhane açılmıştı. Meserret’in biraz daha denize doğru karşısında ise ünlü Yeni Şükran Oteli bulunuyordu. Çarşı içinde kalmış son oteldi. Gecesi 15-25 liradan oda bulmak mümkündü. Müdavimleri vardı. Bir elden geçse yeni moda “butik otel”lerin hiçbiri onun eline su dökemezdi.
Bir vakitler adı Hacı Hasan Oteli olan Yeni Şükran, hâlâ konuklarını ağırlamaya çalışıyor, orası burası dökülüp çatladıkça emektar işletmecisi İlyas Camtaş’ın gayretiyle toparlanmaya çabalıyordu. Hayli yaşlı olmasına rağmen ne süsünden ve makyajından ne işvesinden ne de edasından vazgeçmemişti. Geniş bir avlunun etrafındaki yapının ikinci katına yerleşmiş kırk altı odasıyla çepeçevre avluyu dolaşan Yeni Şükran Oteli, bir fotoğraf sergisine ev sahipliği yapıyordu. Fotoğrafçı Emin Aydoğan “Tarih Üstü Kemeraltı” adlı bir sergi açmıştı. Kemeraltı ise tarihte bugünkü yerini arıyordu.
Kervansaraylar, hanlar, bedestenler, çarşılar, diye giden silsilenin bir ucunda bulunan oteller, zincirin son halkası olarak ticaretin durumunu gösteren en önemli alametlerden biri. Yeni Şükran Oteli, olanca azametini Çarşı’nın hayhuyu içine gömmüş, gözleri kapalı bir denizkızı gibi Kemeraltı’nın kıyısına uzanmıştı.
Yorum gönder